Marmaris’ten yola çıkarsınız, yaklaşık 25km kadar virajlı ve muhteşem manzaralı bir dağ yolundan ilerlersiniz. Yemyeşil bir bitki örtüsü, lacivert deniz sizi büyüler. Virajı döne döne inersiniz ve mis gibi kokular eşliğinde, kendinizi Turunç’ta bulursunuz. Üniversite sınavına girdiğim yaza rastlar ilk gidişim. Turunç o senelerde geçimini turizmden ziyade bal, kekik, adaçayı gibi ürünlerden, bir de keçicilikten sağlayan küçük ve pek de cazip olmayan bir köydü. Tam bir dünya cenneti. Streisand’ın bir şarkısının sevdiğim bir dizesi var “I would sell my soul to be there”. Ben de “I would sell my soul to be in Turunç” desem abartmış olmam. O kadar severim Turunç’u.
Şimdi bana Turunç’u hatırlatan bir şarkı daha var. Mabel Matiz “GEL…”. Radyoda melodiyi duyduğum an benim eflatun yapraklar iş başına geçti ve kendimi Turunç’a giden dağ yolunda buldum. Mabel “Gel….” dedikçe, öyle herşeyi olduğu gibi bırakıp bir gidesim geliyor anlatamam. Beni bekleyen Turunç’un, o yıllardaki gibi olmadığını biliyorum, yine de o muhteşem yolu bu şarkıyı dinleyerek yeniden geçmek istiyorum. Artık yazları kalabalık olduğunu biliyorum ve o kalabalığı istemiyorum. Sezon dışı bir zamanda gidip; Turunç’un kokusunu doya doya içime çekmek, o muhteşem plajında çıplak ayak yürümek ve tüm enerjisini içime doldurmak istiyorum. Hadi bakalım, bu Sonbahara İnşallah.
Bu arada Mabel Matiz’in albümü de aldım. Çok başarılı, tavsiye ediyorum.